Corona virüsünün sebep olduğu Covid-19 hastalığının tüm dünyayı etkisi altına alması ve Dünya Sağlık Örgütü tarafından 11 Mart 2020 tarihinde pandemi ilan edilmesi sonrasında, bu durumun iklim değişikliği ile olan bağlantısına dair birçok görüş ortaya atıldı.

 

İklim değişikliği ve patojenlerin yayılması arasındaki ilişki

Virüsün ortaya çıkmasında iklim değişikliğinin rolü olup olmadığı konusuyla ilgili yorum yapan Harvard Üniversitesi İklim, Sağlık ve Küresel Çevre Merkezi Direktörü Dr. Aaron Bernstein, corona virüsünün hızla yayılmasını iklim değişikliğinin tetiklediğine dair bir kanıt olmadığını belirtiyor. Fakat, iklim değişikliğinin Dünya'daki diğer türlerle ilişkimizi değiştirdiğini ve bunun enfeksiyon riski açısından önemli olduğunu belirtiyor.[1] Aaron’a göre, gezegen ısınırken, karada ve denizde yaşayan çeşitli türler sıcağın artan etkisi sebebiyle kutuplara yöneliyor. Bu da, normalde temas etmemesi gereken pek çok türün temas etmesi anlamına geliyor ve patojenlere yeni türlere yerleşmek için bir fırsat doğuruyor. Ayrıca ormansızlaşma, dünyadaki habitat kaybının en büyük nedeni. Yaşam alanı kaybı da, hayvanları göç etmeye, yeni türlere temas etmeye ve dolayısıyla yeni patojenlerle tanışmaya zorluyor.

 

Karbon emisyonlarının azalması geçici bir sonuç

Virüs ve iklim değişikliği arasında diğer kurulan bağlantı ise geçici de olsa Çin ve İtalya gibi virüsten en çok etkilenen ülkelerin sera gazı emisyonlarının azalması. Corona virüsü sebebiyle endüstriyel çalışma saatlerinin azaltılması, dükkânların kapalı tutulması ve değişen yaşam alışkanlıklarımız sebebiyle küresel emisyonlarda azalma meydana geldi. Guardian Küresel Çevre Editörü Jonathan Watts’a göre karbon salınımındaki bu azalma trendi devam ederse, 2008 mali krizinden bu yana küresel emisyonlarda ilk kez düşüşe şahit olabiliriz.[2]

Birçok uzman ise corona virüsünün iklim krizine olumsuz etkisi olacağını söylüyor. Örneğin Stanford Üniversitesi Öğretim Üyesi Rob Jackson’a göre; corona virüs krizi küresel karbon emisyonlarında geçici bir düşüşe yol açmış olsa da, salgın sonrası ekonomik toparlanmaya ihtiyaç duyacak olan devletler temiz enerjiye yapılan küresel yatırımlardan, iklim dostu politikalarından ödün verecek ve bu durum uzun vadede iklim değişikliği mücadelesi için ciddi bir tehdit oluşturacak.[3]

Üstelik, karbon emisyonlarındaki bu azalma salgın sonrasında bu şekilde devam etse dahi, Paris Anlaşması hedeflerini tutturmamız olası görünmüyor. UNEP’in hazırladığı rapora göre, küresel ısınmayı 1.5 derece ile sınırlayabilmek için, global karbon emisyonlarımızda her sene %7.6 düşüş yaşanması gerekiyor[4]. Fakat pek çok işletmenin kapandığı ve insanların mümkün olduğunca evlerinden çıkmadığı bu olağanüstü durumda dahi, emisyonlar ancak %5.5 azalabildi[5]. Bu da Paris Anlaşması hedeflerine ulaşabilmek için ne kadar geç kaldığımızı ve harekete bir an önce geçmemiz gerektiğini bir kez daha gözler önüne seriyor.

 

Kriz bir “sosyal işbirliği” duygusunu tetikleyebilir

Kimi uzmanlar, corona virüsünün iklim değişikliği ile alakalı bazı olumlu sonuçları da olabileceğini düşünüyor. Örneğin çevre aktivisti Bill McKibben’a göre, salgın sonrasında devletler içinde yaşadığımız Dünya ve onun getirdiği birtakım risklerden bir ders çıkarabilir ve iklim kriziyle mücadelede daha radikal, daha uzun vadeli planlar yapabilirler.[6] Aynı şekilde Stockholm Çevre Enstitüsü ABD Direktörü Michael Lazarus’a göre, bir tehdide yanıt olarak ortaya çıkan bir sosyal işbirliği duygusu kamuoyunun iklim krizi için de bir araya gelmesi için bir işaret olabilir.[7]

 

Evden çalışma pratikleri yaygınlaşabilir

Öngörülen bir başka olası olumlu sonuç ise, salgın sonrası dönemde evden çalışma pratiklerinin artması ve bu durumun kişisel karbon ayak izimizi azaltması. Coronavirüs salgınının tüm dünyayı etkisi altına almasıyla birçok kurumun çalışanı uzaktan çalışmaya başladı. Bunun insanların çalışma şekli için bir dönüm noktası olabileceği, bu tür çalışma şekillerinin artabileceği düşünülüyor. Fraunhofer Enstitüsü İşbirliği ve Liderlik Başkanı Josephine Hofmann’a göre, normal şartlarda insanların ciddi oranda karbon salımına sebep olan uçak seyahatleri yaparak katılacağı pek çok büyük toplantının çevrimiçi olarak başarılı bir şekilde gerçekleştirilebileceği ve böylesinin hem zaman hem de enerji bakımından çok daha verimli olduğu görüldü.[8] İngiltere’de ise yakın zamanda duruşmaların online olarak gerçekleştirileceği duyuruldu.[9] Eğer sistem başarılı bir şekilde işlerse yaygınlık kazanma ihtimali yüksek ve bu çevresel etkilerimizin azalması bakımından büyük öneme sahip.

 

Tıbbi atıklar doğru yönetilemezse büyük risk teşkil ediyor

Salgının çevre üzerinde yarattığı olumsuz etkilerden biri de oluşan tıbbı atıklar. Çin’de bulunan ve Covid-19’un ilk görüldüğü şehir olarak kabul edilen Wuhan’da, salgının zirve yaptığı dönemde hastanelerde günde 240 ton tıbbi atık üretildiği ve normal şartlar altında bu miktarın 40 ton olduğu belirtiliyor.[10] Hong Kong’da yaşayan 7.4 milyon insanın çok büyük bir kısmının haftaladır her gün kullan-at yüz maskesi taktığı açıklandı ve dünyada pek çok yer için aynı durum geçerli. Hong Kong'daki “Plastiksiz Denizler” adlı sivil toplum kuruluşunun kurucusu Tracey Read, maskelerin bir tür plastik olan polipropilenden yapıldığını ve doğada çözünmesinin çok uzun zaman alacağını söyledi.[11] Tüm bunlar gösteriyor ki, oluşan bu tıbbi atıkların yönetimi doğru yapılamazsa hem salgının gidişatını hem de çevreyi ciddi bir tehdit bekliyor.

 

Salgın olası bir “iklim göçü” krizi için test oldu

Fakat ne yazık ki dünya bu testten geçemedi. İklim değişikliğinin bir sonucu olarak ilerleyen dönemlerde pek çok kitlesel göçle karşılaşacağımızı biliyoruz. Covid-19 salgınıysa, dünyanın buna hazır olup olmadığını gösteren bir test oldu[12]. İtalya’da vakaların kuzeyde yoğunlaştığının açıklanmasının ardından insanların tren istasyonlarına akın ederek güneye göçmesi, Hindistan’da 21 günlük evden çıkma yasağı ilan edilirken hükümetin başka şehirlerdeki göçmen işçilere ne olacağıyla ilgili hiçbir öngörüde bulunmaması ve işçilerin memleketine yürüyerek dönmeye çalışırken hayatını kaybetmesi[13] gibi olaylar, aslında devletlerin olası bir iklim göçüne hazır olmadığını ve bununla ilgili planlama yapmaları gerektiğini gösterdi.


About the Author