Submitted by sude.figen on November 26, 2025
COP30 Belém Değerlendirmesi
2025 yılında COP30, Brezilya’nın Amazon bölgesindeki Belém kentinde gerçekleşti. Bu zirve, küresel ısınma, ormanların durumu ve yerel halkların (Indigenous peoples) hakları gibi doğayla (nature-based) köklü bağları olan unsurları merkeze yerleştirirken, aynı zamanda iklim eyleminde “artık sadece karar alma değil, uygulamaya geçme” vurgusunu yaptı. Ancak zirveden uygulama kapasiteleri ve küresel uzlaşının sınırları arasında sıkışmış bir tablo ortaya çıktı.
Zirvenin omurgasını, Başkanlık’ın çerçevelediği “Global Mutirão” (küresel seferberlik) kararı ve buna eklemlenen Belém Paketi oluşturdu. Resmî karar ve paket sayfalarında finansmanın yönetişimi, uyumun izlenmesi, teknoloji uygulaması ve yerli/yerel toplulukların rolü gibi başlıklar bir programa dönüştürülmeye çalışıldı. Buna karşılık, fosil yakıtların aşamalı olarak terk edilmesine ilişkin bağlayıcı bir yol haritası üretilemedi; ormansızlaşmayı tersine çevirmek için de UNFCCC altında somutlaştırılmış, ölçülebilir bir rota ortaya çıkmadı.
Diğer yandan, COP30’da tanıtılan Plans to Accelerate Solutions (PAS), “117 Çözümü Hızlandırma Planı” çerçevesinde geliştirilmiş, uygulamaya geçmeye hazır, sektörel kampanyaları içeren girişimler, altı ana eksen (enerji/iletişim, orman/biyoçeşitlilik, tarım/gıda sistemleri, şehir/altyapı, insan & sosyal gelişim, finans) altında ilerleme kaydederek COP30’un “Uygulama COP’u” kimliğini güçlendirdi.
Uyum (Adaptation) ve Finansman
Belém’de en güçlü ilerleme alanlarından biri, uyum finansmanı (adaptation finance) oldu. Taraflar, 2035 yılına kadar uyum finansmanının üç katına çıkarılması (“triple adaptation finance”) yönünde siyasi düzeyde karar aldı. Nihai hedef, 2035’e kadar uyum finansmanını yıllık 120 milyar ABD dolarına yükseltmek. Böylece iklim krizinden en fazla etkilenen kırılgan ülkeler için önemli bir kazanım sağlanacak.
“Belém Package” kapsamında ayrıca, iki yıllık bir iklim finansmanı çalışma programı (financial work-programme) başlatılmasına karar verildi; burada gelecek dönemlerde ülkelerin gelişmekte olan ülkelere sağlayacağı finansman araçlarının işleyişi izlenecek. Bu, gelişmekte olan ülkelerin iklim değişikliğine uyum konusunda kaynak bulma baskısını bir ölçüde hafifletirken, tam olarak hangi kaynaklardan, kimlerin katkı yapacağı konusunda net rakamlar veya yükümlülükler ayrıntılı biçimde metne yansımadı.
Adaptasyon için orta dönem (2026-2028) bir yol haritası kabul edildi; uyum göstergeleri üzerinde çalışmalar başlatıldı. Metinlerde “küresel uyum hedefi (Global Goal on Adaptation – GGA)” çerçevesinde ölçülebilir göstergelerin geliştirilmesi için çalışma programı yer alıyor. Belém Paketi, ilerlemeyi izlemek için su, ekosistemler, altyapı, gıda sistemleri, sağlık gibi alanlarda 59 gönüllü gösterge belirledi. Bu göstergeler ülkelerin uyum kapasitesini ölçmeye; kamu yatırımlarını ve özel finansmanı uyum projelerine yönlendirmeye; ESG & sürdürülebilirlik raporlamasında uyum tarafındaki KPI setini güçlendirmeye hizmet edecek.
Adil Geçiş (Just Transition)
COP30’da, özellikle işçi sendikalarının desteğiyle “Belém Action Mechanism on Just Transition Mechanism (JTM)” adıyla yeni bir mekanizma kurulması kararı alındı ve bu mekanizma UAE–Belém Adil Geçiş Çalışma Programı üzerine inşa edildi. Bu mekanizma, adil geçiş sürecinde çalışanların ve yerel toplulukların rolünün resmi olarak tanınması anlamına geliyor. Fosil yakıtlardan ve karbon yoğun sektörlerden çıkışta işçilerin, toplulukların ve kırılgan grupların korunmasını esas alıyor.
Karar metinlerinde “adil, düzenli ve kapsayıcı geçiş (just, orderly and inclusive transition)” tanımı kullanıldı; yani yalnızca sera-gazı emisyonlarının azaltılması değil, bu dönüşümün sosyal etkilerinin de yönetilmesi yönünde bir vurgu var.
Bu gelişme, şirketler için “geçiş planı” (transition plan) kapsamında yalnızca karbon azaltımı hedeflemekle kalmayıp insan faktörü, istihdam etkileri, beceri geçişleri, yerel toplulukların katılımı gibi konuları stratejik bir boyuta taşıyor.Şirketlerin tedarik zinciri, iş gücü yönetimi ve sosyal etki stratejilerinde bu adil geçiş eksenini dahil etmesi bekleniyor.
Azaltım (Mitigation), Fosil Yakıt ve Karbon Piyasaları
Azaltım konusunda ise Belém’in sonuçları daha karmaşık. Fosil yakıtların terk edilmesi (fossil fuel phase-out) konusunda bağlayıcı bir yol haritası (roadmap) karar metnine giremedi. Son karar metninde kömür, petrol ve gaz kelimeleri yer almıyor. Onlarca ülkenin fosil yakıtların aşamalı olarak terk edilmesi için yol haritası talebi, petrol ve gaz üreticisi ülkelerin direnci nedeniyle metne giremedi. Bunun yerine, Brezilya ve Kolombiya’nın öncülüğünde, BM süreci dışında ilerleyecek gönüllü bir fosil yakıt geçiş planı oluşturulması kararlaştırıldı. Bu planın Nisan ayında ayrı bir zirvede ele alınması planlanıyor.
Uluslararası karbon piyasalarının (carbon markets) yönetişimi, özellikle Madde 6 (Article 6) mekanizmaları çerçevesinde genişletilemedi; bütünlük (integrity) ve denetlenebilirlik (verifiability) hususları önümüzdeki dönemde kritik olacak. COP30’da özellikle Article 6.4 mekanizması (yeni bir küresel karbon kredileme mekanizması) müzakere edildi. Ancak sonuçlar karmaşık ve yetersiz olarak değerlendiriliyor.
Doğa-Temelli Çözümler, Ormanlar ve Yerli Halklar
Belém’in bir başka önemli teması, ormanların korunması (forest protection), biyoçeşitlilik (biodiversity) ve yerel halkların haklarının (Indigenous rights) müzakere metinlerinde görünürlüğünün artması oldu.
Brezilya, “Tropical Forests Forever Facility (TFFF)” adında, 6,7 milyar ABD dolarına ulaşan çok paydaşlı bir fon yarattı. Bu fon, tropikal ormanları koruyan ülkelere ödeme yapmayı ve özellikle yerli toplulukların haklarını güçlendirmeyi hedefliyor.
“Belém Paketi (Belém Package)” içerisinde adil geçiş mekanizması (just transition mechanism) ile doğa-ve-insan bağlantısı güçlendirildi. Karar metninde “insanları ve hakkaniyeti (people & equity) iklim mücadelesinin merkezine koyma” ifadesi kullanıldı. Bu mekanizma, doğa-temelli eylemler ile yerel halklar (local & Indigenous communities) ve toplulukların katılımını ve yararını öne çıkarmayı amaçlıyor. Orman ve doğa koruma açısından yeni mekanizmalar, yerli halkların katılımını artırıcı kararlar alındı. Ancak “fiyatlandırılmış orman değerleri” ya da “karbon yutakları için bağlayıcı yükümlülükler” gibi unsurlar net biçimde ortaya koyulmamış durumda. Uygulamada ne kadar ilerleme sağlanabileceği, finansman erişimi ve yerel katılım mekanizmalarının gücü açısından risk taşıyor.
Çok taraflı kalkınma bankaları (multilateral development banks – MDBs), doğa yatırımlarının ölçülmesi ve ölçeklendirilmesi için yeni rehber yayımladı. Özellikle Inter-American Development Bank ve European Investment Bank iş birliğiyle hazırlanan “Financing Nature: A Practitioner’s Guide to Results Metrics Selection” başlıklı belge, doğa temelli yatırımlarda net çıktılar için göstergeler sunuyor. Bu rehber, “600’den fazla gösterge” ile doğa yatırımlarının şu ana kadar daha çok faaliyet bazında (activity-based) ölçüldüğünü, ancak ekosistem düzeyinde etki-bazlı (impact-based) ölçüm mekanizmalarının yaygın olmadığını tespit ediyor. Tropikal ülkelerde ormansızlaşmayı durdurmak ve bozulmuş alanları restore etmek için 2030’a kadar yılda yaklaşık 67 milyar USD yatırım gerektiği öngörülüyor.
Diğer yandan “sıfır ormansızlaşma yol haritası” talebi son metne giremedi. Doğa ve orman tarafındaki ilerleme büyük ölçüde gönüllü girişimler üzerinden ilerlemeye devam ediyor.
NDC’ler, İzleme ve Şeffaflık
Belém Paketi, ülkelerin yeni Ulusal Katkı Beyanlarını (NDC) güncellerken çok daha güçlü ve bilime uyumlu hedefler açıklaması gerektiğini vurguladı. Zirvede 1,5°C hedefi teknik olarak hâlâ “ulaşılabilir” kabul edilse de ülkelerin bugünkü politikalarının bu hedefe ulaşmak için yetersiz olduğu vurgulandı.
Belém Paketi ile Paris Anlaşması’nda belirtilen şeffaflık çerçevesi güçlendirildi. Ülkeler artık iki yılda bir zorunlu ilerleme raporu (Biennial Transparency Report) sunmak zorunda. Bu raporlar hem emisyon azaltımı hem de adaptasyon finansmanı taahhütlerini takip etmek için kullanılacak.
Global Stocktake (Küresel Durum Değerlendirmesi) sonrasında, ülkelerin ilerleyişini daha sıkı takip edecek yeni teknik değerlendirme süreçleri devreye giriyor. İlk kez bu kadar somut ve sistematik bir hesap verebilirlik çerçevesi oluşturulduğu söylenebilir.
Belem’de konuşulan ek konulardan bazıları:
-
Tarım ve gıda sistemlerinin dönüştürülmesi, toprak sağlığı, restorasyon yatırımları ve dayanıklı üretim modelleri geliştirilmesi (RAIZ Girişimi, TERRA program, vb.)
-
Kıyı ekosistemlerinin korunması, deniz temelli iklim çözümlerinin NDC’lere entegrasyonu ve mavi ekonominin güçlendirilmesi (Action Agenda, Ocean Task force, vb.)
Belirsizlikler, Duraklamalar ve Kritik Alanlar
-
Fosil yakıtların terk edilmesi veya azaltılması konusunda bir yol haritası ya da bağlayıcı hedefler metne girmedi. Bu alanda “yükümlülük” olmaktan ziyade “yükümlülük oluşturma süreci” kararlarından bahsediliyor.
-
Finansman kaynaklarına dair ayrıntılı plan veya mekanizma yeterince net değil. Gelişmekte olan ülkelere verilmesi gereken destek, kamu/özel karışımı finansman, borç sürdürülebilirliği gibi konular hâlâ pazarlık konusu.
-
Uyum göstergelerinin ve izleme sistemlerinin henüz tüm taraflarca kabul edilmiş ve yaygın kullanılır hale gelmiş olması zaman alacak. Bu gecikme, kurumlar için adaptasyon stratejilerinin ölçülebilirliğini geciktirebilir.
-
Article 6 mekanizmasındaki belirsizlik, şirketlerin karbon stratejilerinde risk oluşturuyor: standartların net olmaması, piyasa güvenini zedeleyebilir.
-
Orman koruma ve doğa-temelli yaklaşımda beklentiler yüksek olsa da cari kararlar uygulamaya dönük somut mekanizmalar ya da bağlayıcılık açısından görece sınırlı bulundu.
-
Katılım, adalet, yerli halk hakları gibi sosyal boyutlarda ilerleme kaydedilse de “uygulama kapasitesi”, “finansmana erişim eşitliği” ve “yerel toplulukların gerçek katkısı/yararı” açısından sivil toplumdan eleştiriler geldi.
Belém, iki bakış açısıyla okunabilir: Bir yanda, iklim eyleminde “uygulamaya geçme” yönünde politik sinyaller güçlü; diğer tarafta ise bu sinyallerin uygulamaya dönmesi için gereken araçlar, mekanizmalar ve sorumluluk dağılımı hâlâ eksik. Bu anlamda, Belém’den çıkan mesaj “uygulama vaadi” iken, bu vaadin pratiğe dönmesi için gerekli altyapı tamamlanamadı.
Türkiye’nin COP30’daki Görünürlüğü
Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından açıklanan Ulusal Katkı Beyanı (NDC) çerçevesinde, Türkiye 2035 yılına kadar sera gazı emisyonlarını yaklaşık 643 milyon ton CO₂e düzeyinde sınırlamayı hedeflediğini duyurdu. Bu hedef doğrultusunda, 2030 yılı için öngörülen emisyonun 695 milyon ton düzeyinden 2035’te 643 milyon tona düşürülmesi planlanıyor.
Türkiye’nin 2035 hedefi, mutlak azaltım (absolute reduction) yerine “sınırlama” (cap) stratejisini öngörüyor. Yani emisyonların artışını durdurup belli bir seviyede sabitleme yaklaşımı var. Bu, bilimsel literatüre göre 1,5 °C hedefiyle uyum açısından yeterli görülmüyor. Hedeflerin gerçekleştirilmesi için gerekli politikaların, fosil yakıtlardan çıkış (fossil-fuel phase-out) veya enerji sistemlerinde dönüşüm gibi somut adımların akıbeti henüz net değil. Türkiye’nin bu alandaki taahhüdü, henüz bağlayıcı bir yol haritası olarak görünmüyor.
Türkiye, ayrıca COP30 kapsamında kendi ulusal “ülkeye özgü sera gazı modellemesi (country-specific GHG modelling)” alanında öncü bir ülke olduğunu belirtti.
COP30’da 35 ülke ve uluslararası kurumun imzaladığı Belém Deklarasyonu, sanayinin karbonsuzlaşması, enerji verimliliği, düşük karbonlu üretim ve temiz teknolojilerin yaygınlaştırılması yoluyla yeşil sanayileşme (green industrialization) sürecini hızlandırmayı amaçlıyor. Deklarasyon, aynı zamanda adil geçiş (just transition) ilkelerine dayanarak fosil yakıtlardan çıkışta işçilerin, toplulukların ve gelişmekte olan ülkelerin korunmasını taahhüt ediyor. Türkiye’nin bu bildirgeye katılımı, ülkenin sanayi ve enerji dönüşümünde aktif bir rol üstlenme iradesini gösteriyor. Bu katılım, önümüzdeki dönemde sanayi, enerji, finans ve teknoloji sektörlerinde yeşil sanayi politikalarının, vergi teşviklerinin, kredi desteklerinin ve temiz teknoloji yatırımlarının stratejik öncelik haline geleceğine işaret ediyor.
Türkiye’nin iklim diplomasisi ve uluslararası rolü açısından COP30’un bir “hazırlık platformu” olduğu görülüyor. Türkiye sadece yeni hedefini açıklamakla kalmadı, ayrıca COP31’e ev sahipliği yapma konusundaki çabalarıyla, küresel iklim müzakerelerinde aktif rol almaya yönelik bir pozisyonunu güçlendirdi.
Türkiye Açısından COP31
Belém’de COP30 kapanırken, 2026 yılında düzenlenecek COP31 için yeni denge şekillendi: ev sahibi ülke olarak Türkiye (Antalya) ve müzakere başkanlığı (President of the Negotiations) rolünü üstlenecek Avustralya. Bu ikili yapı, Türkiye’yi yalnızca büyük bir ev sahipliği organizasyonuna değil, aynı zamanda küresel iklim yönetişiminin (global climate governance) aktif aktörlüğüne taşıyor. Antalya’nın ev sahipliği, Türkiye için bir vitrin değil, uygulama gücünü ve politika yönlendiriciliğini gösterme fırsatı anlamına geliyor.
Türkiye, COP31’in siyasal gündemini şekillendiren ev sahibi ülke (host country) konumuyla, zirvenin lojistiğini, protokolünü, liderler segmentini ve yan etkinlik ekosistemini yönetecek. Bu yalnızca teknik bir organizasyon değil; Türkiye’nin iklim diplomasisi (climate diplomacy) açısından kendi önceliklerini belirleyip öne çıkarabileceği bir platform. Uyum ve finans (adaptation & finance), iklim riskine dayanıklı altyapı (climate-resilient infrastructure), doğa-pozitif dönüşüm (nature-positive transition), su güvenliği (water security) ve orman/arazi kullanımı (land use & forestry) gibi başlıklar, Türkiye’nin kendi bölgesel hassasiyetleriyle örtüşüyor.
Aynı zamanda, Avustralya’nın müzakere başkanlığı (presidency of negotiations) Pasifik bölgesinin iklim kırılganlıklarını gündeme taşıyacak. Bu, Türkiye’nin kuzey-güney ve doğu-batı arasında arabulucu (bridge-builder) kimliğini tamamlayan bir çerçeve yaratabilir. Antalya’da bu iki yaklaşımın uyumlu bir biçimde ilerlemesi, COP31’in “coğrafi çeşitlilik ve ortak sorumluluk” ilkesini somutlaştırma şansı verecek.
Belém’in “Teslimat” Taahhüdünü Antalya’da Hayata Geçirmek
Belém’de başlatılan iki kritik sürecin —uyum finansmanının ölçeklenmesi (scaling up adaptation finance) ve iki yıllık finansman çalışma programının (two-year financial work-programme) Antalya’da somut sonuçlara dönüştürülmesi bekleniyor. COP30’un “niyet beyanı” (pledge) olan bu unsurlar, COP31’de artık gerçek finansal akışlara, hibeler ve kredi hatlarına (grants and credit lines) dönüşmesi kritik.
Türkiye bu süreçte, G20 ve bölgesel kalkınma bankaları (regional development banks) ile koordinasyon kurarak güçlü bir uyum proje hattı (adaptation project pipeline) geliştirebilir. Afet dayanıklılığı (disaster resilience), su-altyapı sistemleri (water infrastructure), şehirlerde ısı adası etkisinin azaltılması (urban heat mitigation), tarım-orman geçim sistemleri (agroforestry & livelihood systems), kıyı koruma (coastal protection) ve sanayi-adaptasyon verimliliği (industrial efficiency & adaptation) gibi alanlarda ölçeklenebilir (scalable) ve ölçülebilir (measurable) programlar Türkiye’nin liderlik dosyasına dâhil edilebilir.
Meşruiyet ve İtibar Yönetimi
Antalya’da şeffaf, kapsayıcı ve güvenli bir organizasyon; yerel yönetimlerin, üniversitelerin, sivil toplumun (NGOs) ve özel sektörün aktif katılımıyla yürütülmeli. Katılımın eşiği yükseldikçe, Türkiye’nin COP31’deki görünürlüğü bir “organizasyon başarısı” olmaktan çıkıp, politik güvenilirliğe dönüşecektir.
Türkiye’nin uluslararası iklim diplomasisindeki konumunu güçlendirmesi için NDC hedeflerini de güçlendirerek artırması gerekiyor. En önemli adımlardan birisi ise fosil yakıtlardan çıkışın planlanması ve elbette bu süreçte kırılgan grupları gözetecek adil bir geçiş mekanizması oluşturmak olmalı. Ayrıca ormanlar da dahil olmak üzere karasal ve denizel ekosistemler için güçlü bir koruma paketi oluşturmak hem 2053 net sıfır hedefinin gerçekleştirilmesini mümkün kılacak, hem de COP31 ev sahipliğine yönelik uluslararası güveni de güçlendirecektir.
Türkiye’nin Kurumlara Yansıyan Sorumluluklar
Türkiye’de kamu kurumları, özel sektör ve sivil toplum üçlüsü bakımından şu alanlarda aktif hazırlık yapmalı:
-
Ulusal Önceliklerin (national priorities) Belirlenmesi: Su güvenliği, kıyı riski, orman/mera yönetimi gibi Türkiye’ye özgü iklim etkileri çerçevesinde bir öncelikler listesi hazırlanmalı. Bu liste, uluslararası finansörlere / yatırımcılara açık bir mesaj niteliği taşımalı.
-
Projelerin Pipeline’a Alınması: Uyum yatırımları, doğa-temelli çözümler, şehirlerin iklim direnci (resilience) altyapıları gibi alanlarda somut projeler geliştirilip harekete geçirilmeli. Finansman, uyum ve adil geçiş alanında ciddi kaynaklar devreye girecek. Bu kaynaklardan pay alabilmek için kredilendirilebilir, ölçülebilir ve doğrulanabilir proje portföyleri oluşturmalı.
-
Kurumsal Hazırlık ve Raporlama: Şirketler, raporlamalarında uyum ve geçiş stratejilerini netleştirip, izleme-raporlama mekanizmalarınızı şimdiden kurmalı. Karbon piyasaları (carbon markets) için şeffaflık ve “yüksek bütünlük” (high integrity) kriterlerini benimsemeli. CBAM, ETS, ISSB gibi araçlara odaklanarak, COP30’daki boşlukların ulusal ve bölgesel düzeyde hızla doldurulması gerekiyor. COP’tan çok daha hızlı bir şekilde zorunlu regülasyonlar hayata geçiyor.
-
Uluslararası İş Birliği ve Bölgesel Köprü Rolü: Türkiye, coğrafi olarak Avrupa-Asya, Kuzey-Güney köprüsü konumunda. Bu avantajı kullanarak gelişmekte olan ülkeler ile gelişmiş ülkeler arasında aracılı bir rol üstlenebilir — özellikle finansmana erişim, teknoloji transferi (technology transfer) ve kapasite geliştirme (capacity building) alanlarında.
CDP ve Şirketler Açısından Değerlendirme
Uyum Finansmanı, Finansman Beklentileri ve Adil Geçiş
COP30, özellikle uyum (adaptation) finansmanı alanında güçlü bir mesaj verdi: taraflar, uyum finansmanını 2035’e kadar üç katına çıkarma (triple adaptation finance) yükümlülüğü yönünde siyasi bir kabul ortaya koydular. Bu durum, şirketler ve CDP raporlayan kurumlardan şu beklentileri yaratıyor:
-
Uyum yatırımlarını artık “isteğe bağlı” değil “stratejik” bir zorunluluk olarak ele almak gerekiyor; altyapı, lojistik, su, kıyı koruma, tarım gibi uyum gerektiren operasyonel alanlar için sermaye tahsisi yapılmalı.
-
Finansman araçları açısından kamu-özel iş birliği modelleri, hibeler, garanti mekanizmaları ve blended finance çözümleri önemli olacak. Özellikle gelişmekte olan piyasalarda özel sektörün uyum finansmanında artan rolü vurgulanıyor.
-
CDP raporlama çerçevesi açısından, uyum yatırımlarının ölçülmesi ve raporlanması gerekliliği artıyor.
-
Şirketlerin hazırlığı: “uyum harcamaları ne kadar?”, “hangi projeler?”, “beklenen etki nedir?” gibi sorulara yanıt verebilir veri altyapısı şimdiden kurulmalı.
-
Kurumsal raporlama açısından, adil geçiş konusu CDP raporlarında muhtemelen “istihdam etkisi”, “topluluk katılımı”, “geçişte paydaş süreci” gibi yeni alanlar altına girecek. Bu da şirketlerin sosyal yönetişim (governance) ve sürdürülebilirlik stratejilerini daha kapsamlı ele almasını gerektiriyor.
-
Şirketler için adil geçiş stratejisini hazırlarken yerel şartları, emek piyasası koşullarını, beceri profillerini ve topluluk hassasiyetlerini gözetmeli; yalnızca “çevresel” değil “toplumsal” dönüşümün de planlanması gerekiyor.
Geçiş (Mitigation) Stratejileri ve Riskler
COP30, azaltım (mitigation) alanında bir yol haritası (roadmap) ya da fosil yakıtların aşamalı olarak terk edilmesi (fossil fuel phase-out) konusunda bağlayıcı bir karar çıkarmasa da şirketler açısından bu konular kritik:
-
Azaltım stratejileri artık piyasada daha güçlü şekilde sorgulanacak; yatırımcılar, finansal kurumlar ve düzenleyiciler “geçiş planı (transition plan)” hazırlayan şirketleri avantajlı görecek.
-
Kurumlar için “ara hedefler (interim targets)”, “sermaye yönlendirme (capital allocation)”, “fossil-adjacent exposure” gibi kavramlar gündeme geliyor; COP30 burada net bir yükümlülük getirmese bile piyasa beklentisini yükseltti.
-
Karbon piyasaları (carbon markets) bağlamında, özellikle Madde 6 mekanizmaları için “yüksek bütünlük (high integrity)” ve “şeffaflık (transparency)” kriterleri şirketlerin gündemine girdi. Örneğin şirketler, kullandıkları kredilerin ek-fayda (additionality), kalıcılık (permanence) ve çifte sayım riskine (double-counting risk) dair açıklamaları hazırlamalı.
Doğa, Ormanlar ve Yerli Halk Hakları
COP30’da doğa-temelli çözümler (nature-based solutions), orman koruması ve yerli halkların katılımı (Indigenous peoples’ participation) karar metinlerinde öne çıktı. Şirketler ve CDP raporlayan kurumlar için bunun anlamı şu:
-
Tedarik zincirinde ormansızlaşma riski taşıyan hammaddeler varsa (örneğin tarım, kereste, enerji sektörü) bu riski yönetmek artık daha kritik. Ormansızlaşma (deforestation) ve arazi kullanım değişikliği riskleri işletme ve finansal risk olarak görünür hale geliyor.
-
Yerel topluluklarla iş yaparken katılım mekanizmalarının (community participation) ve adil geçiş (just transition) perspektifinin kurulmuş olması, şirket reputasyonu ve sürdürülebilirlik performansı açısından ayrıcalık yaratabilir.
-
CDP anketlerinde doğa ve biyolojik çeşitlilik (biodiversity) başlıklarının ağırlığı artabilir; şirketler, doğa-ilişkili risk ve fırsatlarını daha sistematik şekilde raporlamalı.
Kurumsal Raporlama, Strateji ve Hazırlık
COP30’un kurumlara ve CDP raporlayan şirketlere özel pratik çıkarımları şöyle özetlenebilir:
-
Uyum yatırımlarını raporlayın: Bu artık çevresel-mecburi bir görev değil, stratejik bir hazırlık alanı. Şirketler, uyum harcamaları, projeleri, beklenen sonuçları (örneğin resilient infrastructure) ve finansman kaynaklarını açıklayabilmeli.
-
Geçiş planı ortaya koyun: Fosil yakıtlardan çıkış zorunluluğu henüz olmasa da piyasa beklentisi dönüşüyor. Şirketler, “2050 net zero hedefi” bağlamında ara hedefler (2030, 2035) ve geçiş stratejisinin finansman planını netleştirmeli.
-
Karbon piyasaları stratejisini güçlendirin: Karbon kredisi kalite standartları (high-integrity standards), riskleri ve iddiaları (claims) şeffaf biçimde yöneterek tutturulmalı. CDP raporlarında bu konular daha görünür olacak.
-
Tedarik zinciri ve doğa-haklar eksenine bakın: Ormansızlaşma riski, arazi kullanım etkisi, topluluk katılımı gibi konular artık “yan konular” değil “çekirdek riskler” haline geliyor. Şirketler tedarik zinciri haritalaması, risk analizleri ve yönetişim mekanizmalarını bu doğrultuda hazırlamalı.
-
Finansman araçlarını çeşitlendirin: Uyum ve doğa-temelli çözümler için özel finansman araçları (blended finance, garanti mekanizmaları, yeşil/iklim tahvilleri) gündeme giriyor. Kurumlar bu alandaki kaynakları takip ederse bir adım öne geçebilir.




